Danıştay İdare Dava Daireleri Kurulu, Esas No: 2021/719, Karar No: 2021/2883
DANIŞTAY İDARİ DAVA DAİRELERİ KURULU 2021/719 E. , 2021/2883 K.
“İçtihat Metni”
T.C.
D A N I Ş T A Y
İDARİ DAVA DAİRELERİ KURULU
Esas No : 2021/719
Karar No : 2021/2883
TEMYİZ EDENLER : 1- (DAVACI): …
2- (DAVALI) : … Kurulu
VEKİLİ : Av. …
İSTEMLERİN_KONUSU : Danıştay Beşinci Dairesinin 01/07/2020 tarih ve E:2018/4967, K:2020/2963 sayılı kararının, davacı tarafından esas yönünden, davalı idare tarafından ise avukatlık ücreti yönünden temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
YARGILAMA SÜRECİ :
Dava konusu istem: 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin 3/1. maddesi uyarınca FETÖ ile iltisak ve irtibatının olduğu gerekçesiyle davacının meslekte kalmasının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmasına ilişkin Hâkimler ve Savcılar Kurulu Genel Kurulunun …tarih ve …sayılı kararının iptali ve bu karar nedeniyle yoksun kaldığı özlük ve parasal haklarının yasal faiziyle birlikte iadesine karar verilmesi istenilmektedir.
Daire kararının özeti: Danıştay Beşinci Dairesinin 01/07/2020 tarih ve E:2018/4967, K:2020/2963 sayılı kararıyla;
İdari yargı mercilerinde idari davaların açılması yönteminin belirlendiği, usulüne uygun hazırlanan imzalı dava dilekçelerinin bizzat davacı veya usulüne uygun olarak düzenlenen bir vekaletname ile tayin edilmiş vekil (avukat) tarafından, 2577 sayılı Kanun’un 4. maddesinde belirtilen yerlere verilerek aynı Kanun’un 6. maddesinde belirtilen şekle göre açılmış sayılan davalarda, evrak bürosunca dilekçenin kayıt ve tarih sayısının gösterildiği imzalı ve mühürlü, pulsuz bir alındı kağıdının düzenlenip davacının kendisine veya vekaletname ile tayin edilmiş avukata teslim edilmesiyle dilekçe üzerindeki işlemlerin tamamlanacağının anlaşıldığı,
İncelenmekte olan dava dosyasında, ilk dava dilekçesi ve eklerinin davacıyı temsil yetkisi olmayan oğlu tarafından verilmesi üzerine Dairelerinin 26/10/2017 tarih ve E:2016/35097, K:2017/21786 sayılı kararı ile 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 3. maddesine uygun olmayan dava dilekçesinin reddine karar verildiği,
Anılan dilekçe ret kararı gereğince yenilenen dava dilekçesinin bu kez PTT aracılığıyla Danıştay Başkanlığına gönderilmesi üzerine, söz konusu dilekçenin, 2577 sayılı Kanun’un 4. maddesinde belirtilen yerlere bizzat davacı tarafından veya usulüne uygun düzenlenmiş bir vekaletnameye dayanarak tayin edeceği vekili (avukat) tarafından verilmesi gerekirken, PTT aracılığıyla gönderildiği, bu haliyle dava dilekçesinin kabulüne olanak bulunmadığı gerekçesiyle ve yeniden verilecek dilekçede aynı yanlışlıklar yapıldığı takdirde anılan Kanun’un 15. maddesinin beşinci fıkrası gereğince davanın reddedileceği hususunun davacıya ihtarıyla Dairelerinin 12/07/2018 tarih ve E:2018/1885, K:2018/15395 sayılı kararıyla dilekçenin reddine karar verildiği,
PTT aracılığıyla gelen dava dilekçesinin reddine yönelik Daireleri kararı üzerine yenilenen dava dilekçesi ve eklerinin, yine PTT aracılığıyla Danıştay Başkanlığına gönderildiği ve 23/11/2018 tarihinde Danıştay Başkanlığı kayıtlarına girdiğinin görüldüğü, Dairelerinin 12/07/2018 tarih ve E:2018/1885, K:2018/15395 sayılı dilekçe ret kararının gerekçesinde de belirtildiği üzere, yenilenen dava dilekçesinin 2577 sayılı Kanun’un 4. maddesinde belirtilen yerlere bizzat davacı tarafından veya usulüne uygun düzenlenmiş bir vekaletnameye dayanarak tayin edeceği vekili (avukat) tarafından verilmesi gerekirken, aynı yanlışlığın tekrar edilerek PTT aracılığıyla gönderildiği anlaşıldığından, yeniden verilen dilekçede aynı usuli yanlışlığın yapılmış olması nedeniyle anılan Kanun’un 15. maddesinin beşinci fıkrası gereğince davanın reddi gerektiği,
gerekçeleriyle davanın reddine karar verilmiş, davalı idare lehine avukatlık ücretine hükmedilmemiştir.
TEMYİZ EDENLERİN İDDİALARI : Davacı tarafından; kararın 2577 sayılı Kanun’a, Anayasa’ya, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne, evrensel hukuka ve vicdana aykırı olduğu; dava dilekçelerinde 2577 sayılı Kanun’un 3. maddesine aykırı bir yön bulunmadığı; kararda, dilekçenin anılan Kanun’un 3. maddesinde geçen hangi kurala aykırılık bulunduğunun belirtilmediği; dava dilekçesinin bütün nüshalarının bizzat kendisi tarafından imzalandığı; gerekirse bu konuda inceleme yaptırılabileceği; söz konusu maddede dilekçenin mahkeme veznesine bizzat teslim edileceğine yönelik kural bulunmadığı, Kanun’un 6. maddesine aykırılık durumunda dilekçenin reddedileceğine dair bir kural da bulunmadığı; alındı kağıdının davacıya verilmemesinin dilekçenin reddi sebebi olamayacağı; bu kuralın davacı lehine getirilmiş olduğu ve aleyhine kullanılamayacağı; Kanun’un 14/1 maddesinde, Danıştayda açılan davalarda alındı kağıdı verileceğine yönelik düzenleme bulunmadığı; 14/2 maddesindeki alındı kağıdı verilmesi usulüne yönelik düzenlemenin bölge idare, idare ve vergi mahkemelerinde açılan davalara ilişkin olduğu; dilekçenin Kanun’da sayılan yerler aracılığıyla Danıştaya gönderilmesi suretiyle açılan davalarda alındı kağıdı verilmediği için dosyasında muhafaza edildiği; bu şekilde pek çok dosya bulunduğu; Kanun’un verdiği hakkın zorlama bir yorumla geri alındığı; konuyla ilgili doktrin görüşünün ve Danıştayın yerleşik içtihatlarının da bu yönde olduğu; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin de kargo şirketi aracılığıyla yaptığı başvuruyu kabul ettiği; kanunun serbest bıraktığı temel bir hakkın yorum ve içtihatla kısıtlanması suretiyle hak arama hürriyetini kullanamadığı belirtilerek Daire kararının bozulması gerektiği ileri sürülmektedir.
Davalı idare tarafından; Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nde yer alan dilekçenin reddine karar verilmesi durumunda avukatlık ücretine hükmolunmayacağına yönelik düzenlemenin davanın ilk inceleme aşamasını kapsadığı; dava dosyasının tekemmülünden sonra dilekçe ret kararı üzerine davanın reddedildiği; buna göre, sunulan hukuki yardımın karşılığı olarak avukatlık ücretine hükmedilmesi gerekmekte iken aksi yönde verilen Daire kararının bozulması gerektiği ileri sürülmektedir.
KARŞI TARAFIN SAVUNMALARI : Davacı tarafından, söz konusu kararın esas yönünden kendisi tarafından temyiz edildiği; hükmün bozulması durumunda ayrıca avukatlık ücreti yönünden bozma kararı verilemeyeceğinden davalının temyiz talebinin reddine karar verilmesi gerektiği; öte yandan, ilk incelemeye uygun bulunmayan dava dilekçesinin dosya tekemmül ettirilmeden reddedilmesi gerekmekte iken savunmaya çıkarılmasında kusuru bulunmaması sebebiyle avukatlık ücretine hükmedilmesinin haksızlığa neden olacağı belirtilerek, davalı idarenin temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.
Davalı idare tarafından, savunma verilmemiştir.
DANIŞTAY TETKİK HÂKİMİ …’ÜN DÜŞÜNCESİ: Temyiz istemlerinin reddi ile Daire kararının onanması gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
HUKUKİ DEĞERLENDİRME :
Danıştay dava dairelerinin nihai kararlarının temyizen incelenerek bozulması, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesinde yer alan;
“a) Görev ve yetki dışında bir işe bakılmış olması,
b) Hukuka aykırı karar verilmesi,
c) Usul hükümlerinin uygulanmasında kararı etkileyebilecek nitelikte hata veya eksikliklerin bulunması” sebeplerinden birinin varlığı hâlinde mümkündür.
Temyizen incelenen karar usul ve hukuka uygun olup, temyiz dilekçelerinde ileri sürülen iddialar kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.
KARAR SONUCU:
Açıklanan nedenlerle;
1. Tarafların temyiz istemlerinin reddine,
2. Yukarıda özetlenen gerekçeyle davanın 2577 sayılı Kanun’un 15. maddesinin 5. fıkrası uyarınca reddine yönelik temyize konu Danıştay Beşinci Dairesinin 01/07/2020 tarih ve E:2018/4967, K:2020/2963 sayılı kararının esas ve avukatlık ücreti yönünden ONANMASINA,
3. Adli yardım kararından dolayı ertelenmiş olan temyiz aşamasına ilişkin yargılama giderlerinin, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 339. maddesinin 1. fıkrası uyarınca davacıdan tahsili için Dairesince müzekkere yazılmasına,
4. 06/12/2021 tarihinde, kesin olarak, davacının temyiz istemi yönünden oyçokluğu, davalı idarenin temyiz istemi yönünden oybirliği ile karar verildi.
KARŞI OY
X- Uyuşmazlık, posta yoluyla dava açılıp açılamayacağı hususu ile ilgili olup bu sebeple, hak arama hürriyeti ve mahkemeye erişim hakkı kapsamında konunun irdelenmesi gerekmektedir.
Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrasında; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” kuralına yer verilmiştir.
Öte yandan, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 90. maddesinin son fıkrasında; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmüne yer verilmekte ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme, AİHS) 6/1. maddesinde; “Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir.” kuralı yer almaktadır. Her ne kadar anılan Sözleşme’nin 6. maddesinde mahkemeye başvurma hakkı açıkça düzenlenmemiş ise de, bunun temel ilkelerden birisi olduğu konusunda kuşku bulunmamaktadır.
İlgili kişinin, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilme ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını talep edebilme hakkı mevcut olup; bu durumun, yukarıda aktardığımız Anayasa hükmünden anlaşılacağı üzere aynı zamanda “hak arama hürriyeti” çerçevesinde de irdelenmesi gerekmektedir.
Konuya ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Golder/Birleşik Krallık, (B. No. 4451/70, 21/02/1975) kararında; Sözleşme’nin 6. maddesinde mahkemeye başvurma hakkı açıkça düzenlenmemekle beraber, “mahkemeye başvurma hakkı”nın hukukun temel ilkesi olduğu, mahkemeye başvurma hakkı olmaksızın hakkaniyete uygun, aleni bir yargılamadan söz edilemeyeceği ve adil yargılanma hakkının içerdiği güvencelerden yararlanmanın olanaksız hale geleceğinin kabulü gerektiği vurgulanmıştır.
Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilme ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilme anlamına gelmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye etkili erişim hakkını “hukukun üstünlüğü” ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte ve mahkemeye etkili erişim hakkının, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukuki belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlâl edildiğine karar verilmektedir (Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34).
Nitekim, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 14/10/2008 tarih ve 36533/04 başvuru numaralı Mesutoğlu/Türkiye kararında da özetle; “mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığı, bazı sınırlamalara tabi olabildiği, bununla birlikte, getirilen kısıtlamaların, hakkın özünü ortadan kaldıracak ölçüde, kişinin mahkemeye erişimini engellememesi gerektiği, mahkemeye erişim hakkına getirilen bu tür sınırlamaların ancak meşru bir amaç güdüldüğü takdirde ve hedeflenen amaç ile başvurulan araçlar arasında makul bir orantı olması halinde Sözleşme’nin 6/1. maddesi ile bağdaşabileceği,
Bu ilkelerden, dava açma hakkının doğal olarak yasayla belirlenen şartları olmakla birlikte, mahkemelerin yargılama usullerini uygularken bir yandan davanın hakkaniyetine halel getirecek kadar abartılı şekilcilikten, öte yandan, kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak kadar aşırı bir esneklikten kaçınmaları gerektiği,
Davanın idare mahkemesi tarafından görülmesine karar verenin Asliye Hukuk Mahkemesi olduğu, esasa ilişkin olarak ihtilaflı yargılamanın sonucunun ne olacağı konusunda yorumda bulunmaksızın, davanın istisnai koşullarına bakıldığında, başvuranların dava dosyasının görevsizlik kararı veren Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından İdare Mahkemesine gönderilmesi ile İdari Yargılama Usulü Kanununun 9. maddesi ile öngörülen ayrıntı ve usullere sıkı sıkıya bağlı kalarak başvuranların İdare Mahkemesine başvurması arasında alınacak sonuç açısından hiçbir fark bulunmadığı, hangi yöntem aracılığı ile olursa olsun, mevcut davada ulaşılmak istenen amacın, davanın yetkili bir mahkemede görülmesi olduğu, davada 9. maddenin kati surette uygulanması gerektiği farz edilse dahi ihtilaflı yargılamanın hemen başında ve İdare Mahkemesinin ara kararının hemen ardından başvuranların, tam anlamıyla İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun hükümlerine uygun olarak yeni bir başvuruda bulunduğu,
İdari Yargılama Usulü Kanununun 4. maddesi ile birlikte 9. maddesinin konuluş nedeninin idare mahkemelerine erişimi kolaylaştırmak olduğu, oysa mevcut davada, başvuranları, esas bakımından dilekçelerinin incelenmesinden yoksun bırakan usuli muameleye ilişkin bir gerekliliğin yorumunun söz konusu olduğu, bu durumun mahkemeler ve yüksek yargı organları tarafından sağlanan etkin koruma hakkına yönelik bir ihlal oluşturacak nitelikte olduğu, söylenenler ışığında, İdari Yargılama Usulü Kanununun 9. maddesini çok katı bir şekilde uygulayan Türk idare mahkemelerinin aşırı şekilci davrandığı ve başvuranları mahkemeye erişim haklarından ve AİHS’nin 6/1. maddesi uyarınca adil yargılanma haklarından yoksun bıraktığı kanaatine varıldığı,” belirtilerek Sözleşme’nin 6/1. maddesinin ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.
Yine, AİHM’nin, 21/07/2015 tarih ve 46815/09 başvuru numaralı Reisner/Türkiye ile 17/09/2013 tarih ve 59601/09 başvuru numaralı Eşim/Türkiye kararlarında da benzer hususlara vurgu yapılarak ihlal kararları verilmiştir.
Aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, mahkemeye erişim hakkının mutlak bir hak olarak görülemeyeceğini de belirterek, bu hakka yönelik sınırlamaların meşru bir amaç gütmesi, hakkın özünü zedeleyecek şekilde olmaması ve güdülen amaçla orantılı olması gerektiğini de belirtmektedir. (Ashingdane/Birleşik Krallık, B. No. 8225/78, 28/5/1985, § 57).
Bu durumda, kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen sınırlamaların yani dava açma ve hak arama hürriyetine getirilecek kısıtlamaların hakkın özüne dokunması durumunda ulusal ve uluslararası hukukun ihlal edildiğinin kabulü gerekmektedir.
Bu kararlar ile geliştirilen ilkeler ışığında davanın konusu incelendiğinde; davacı tarafından, Danıştay tetkik hâkimi olarak görev yaparken, 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin 3/1. maddesi uyarınca FETÖ ile iltisak ve irtibatının olduğu gerekçesiyle meslekte kalmasının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmasına ilişkin Hâkimler ve Savcılar Kurulu Genel Kurulunun 24/08/2016 tarih ve 2016/426 sayılı kararının iptali ve bu karar nedeniyle yoksun kaldığı özlük ve parasal haklarının yasal faiziyle birlikte iadesine karar verilmesi istemiyle açılan davada; ilk dava dilekçesi ve eklerinin davacıyı temsil yetkisi olmayan oğlu tarafından verilmesi üzerine “dilekçenin reddi”, dava dilekçesi ve eklerinin PTT aracılığıyla doğrudan Danıştay Başkanlığına gönderilmesi üzerine “dilekçenin reddi” ve aynı yanlışlığın davacı tarafından yenileme dilekçesinde de yapılması üzerine “davanın reddi” yönünde verilen kararların, 2577 sayılı Kanun’un 4. maddesinin oldukça katı bir şekilde, hak arama ve mahkemeye erişim hakkını kısıtlayacak, hakkın özüne dokunacak şekilde yorumlanması nedeniyle ortaya çıktığı görülmektedir.
Burada önemli olan husus, dava dilekçesinin görevli yargı merciine dava açma süresi içerisinde ulaşıp ulaşmadığı ile ilgili olup; uyuşmazlık konusu olayda da dava dilekçesinin, Devletin resmi kurumlarına ilişkin yazışmalarının tebliği ve yargı yerlerince verilen karar ve dilekçelerin tebliğ edilmesi hususunda görevli olan PTT aracılığıyla gönderildiği ve dava açma süresi içerisinde Danıştay kayıtlarına girdiği göz önüne alındığında, hak arama hürriyeti ve mahkemeye erişim hakkını ihlal eder nitelikte katı bir yorumla verilen davanın reddi yolundaki kararda usul ve hukuka uyarlık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle; Danıştay Beşinci Dairesinin, ilk inceleme hususlarına dayanarak verdiği 01/07/2020 tarih ve E:2018/4967, K:2020/2963 sayılı davanın reddi yolundaki kararının bozulması gerektiği oyuyla, karara katılmıyoruz.