Danıştay 2. Daire, Esas No: 2021/5086, Karar No: 2021/341
Danıştay 2. Daire Başkanlığı 2021/5086 E. , 2021/341 K.
“İçtihat Metni”
T.C.
D A N I Ş T A Y
İKİNCİ DAİRE
Esas No : 2021/5086
Karar No : 2021/341
TEMYİZ İSTEMİNDE BULUNAN
MÜDAHİL (DAVACI YANINDA) : … Bakanlığı
(Mülga … Bakanlığı)
VEKİLİ : Av. …
DAVACI : … Turizm ve Ticaret A.Ş.
VEKİLİ : Av. …
KARŞI TARAF (DAVALI) : … Kaymakamlığı
VEKİLİ : Av. …
İSTEMİN KONUSU : … İdare Mahkemesince verilen … günlü, E:…, K:… sayılı kararın, dilekçede yazılı nedenlerle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesi uyarınca temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
YARGILAMA SÜRECİ :
Dava Konusu İstem : Dava; Antalya ili, Kemer ilçesi, … Mahallesi, … Plajı Mevkiinde bulunan tamamı Hazineye ait 13.890,00 m² yüzölçümlü taşınmazın 2.490,00 m²’si üzerinde yeşil alan yapılmak suretiyle fuzulen işgal edilmesi nedeniyle 34.970,00 TL ecrimisil istenilmesine ilişkin 07/01/2013 günlü, 28 sayılı ecrmisil düzeltme ihbarnamesinin iptali istemiyle açılmıştır.
İlk Derece Mahkemesi Kararının Özeti : Danıştay Onuncu Dairesinin 28/02/2017 günlü, E:2016/6804, K:2017/1187 sayılı kararı ile bozulması üzerine bozma kararına uyularak gerçekleştirilen keşif ve bilirkişi incelemesi sonucu dava dosyası yeniden incelenmek suretiyle … İdare Mahkemesince verilen … günlü, E:…, K:… sayılı temyize konu kararıyla; dava konusu taşınmazın yeşil alan yapılmak suretiyle 01/01/2012-14/09/2012 tarihleri arasında fuzulen işgalinden ötürü 38.402,21 TL ecrimisil istenebileceği sonucuna varıldığından, davacıdan 34.970,00 TL ecrimisil istenmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine hükmedilmiştir.
DANIŞTAY TETKİK HAKİMİ : …
DÜŞÜNCESİ : Davalı yanında müdahilin temyiz isteminin incelenmesi gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay İkinci Dairesince; Danıştay Onuncu Dairesi tarafından, Danıştay Başkanlık Kurulunun 18/12/2020 günlü, K:2020/62 sayılı kararının “Ortak Hükümler” kısmının 6. fıkrası uyarınca, ayrıca bir gönderme kararı verilmeksizin Dairemize iletilen dosyada, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 14. maddesi uyarınca Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlenildikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin gereği düşünüldü:
HUKUKİ DEĞERLENDİRME:
Hukuk devleti ilkesini benimsemiş olan toplumlarda, herkesin davacı ve davalı sıfatıyla hak ve iddialarını mahkemeye taşıma imkanı mevcuttur. Bununla birlikte, davalarda taraf sıfatını haiz olmayan ama bu davaların sonucunda menfaati etkilenen kişilerin de bu yargılama sürecinden haberdar edilmesi, mahkeme önünde iddia ve savunmalarını dile getirme imkanına sahip olması gerekmekte olup, bu gereklilik, adil yargılanma hakkının bir parçasıdır.
Hukuk sistemimizde, bu amaçla “feri müdahillik” sistemi getirilmiş olup; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda, üçüncü kişinin, davayı kazanmasında hukuki yararı bulunan taraf yanında ve ona yardımcı olmak amacıyla tahkikat sona erinceye kadar “feri müdahil” sıfatıyla davada yer alabileceği hüküm altına alınmıştır.
İdari yargılama sisteminde görülmekte olan davalar yönünden de, adil yargılama hakkının güvence altına alınabilmesi için, feri müdahillik mekanizmasının sadece şeklen değil, etkili bir şekilde uygulanması gerekmektedir.
Üçüncü kişilerin davaya katılması hususunda, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 31. maddesi, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na gönderme yapmakta olup, 6100 sayılı Kanun’un 66. maddesinde, üçüncü kişilerin, davayı kazanmasında hukuki yararı bulunan taraf yanında ve ona yardımcı olmak amacıyla müdahil olarak davada yer alabilecekleri; 68. maddesinde, müdahale talebinin kabulü hâlinde müdahilin, yanında katıldığı tarafın yararına olan iddia veya savunma vasıtalarını ileri sürebileceği, onun işlem ve açıklamalarına aykırı olmayan her türlü usul işlemlerini yapabileceği; 69. maddesinde, müdahilin de yer aldığı asıl davada hükmün taraflar hakkında verileceği kurallarına yer verilmiştir.
Öte yandan, davanın doğrudan tarafı olmayan feri müdahilin asıl tarafa sağlanan tüm imkân ve haklara sahip olduğu, adil yargılanma hakkının buna imkan tanıdığı da söylenemez. Dolayısıyla, asilin yargılamayı devam ettirmeme yönündeki iradesine rağmen feri müdahilin davayı sürdürebilmesine hukuken imkan bulunmamaktadır. Bu itibarla, davanın taraflarından olmayan, dava sonucunda hakkında hüküm kurulmayan ve ancak yanında katıldığı tarafa yardımcı olabilen müdahilin, yanında davaya katıldığı tarafın kanun yollarına başvurmaması durumunda, tek başına kanun yollarına başvurması da hukuken kabul edilemez niteliktedir.
Nitekim, Anayasa Mahkemesinin 19/07/2018 tarih ve B. No: 2015/2909 sayılı “… İnşaat ve Eğitim Hizmetleri A.Ş” kararında; “… 52. Hukuk sisteminde bireye doğrudan taraf olmadığı ancak hak ve menfaatlerini etkileyen bir davada iddia ve savunmalarını öne sürebilmesine imkân sağlayacak nitelikte bir mekanizmanın bulunması ve bu mekanizmanın etkin bir şekilde işlemesi adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olarak kabul edilmelidir. Nitekim Türk hukuk sisteminde de bu amaçla ferî müdahillik sistemi getirilmiş, üçüncü kişinin davayı kazanmasında hukuki yararı bulunan taraf yanında ve ona yardımcı olmak amacıyla tahkikat sona erinceye kadar ferî müdahil olarak davada yer alabileceği kurala bağlanmıştır. İdarenin işlem ve eylemlerinin hukuka uygunluk denetiminin yapıldığı idari yargıda görülmekte olan davalar yönünden de uyuşmazlık konusu üzerinde hak iddia eden ya da davanın taraflarından birinin davayı kazanmasında hukuki yararı bulunan üçüncü kişilerin davaya sadece şeklen değil etkili bir şekilde katılımının sağlanması, adil yargılanma hakkının güvencelerinin sağlanabilmesi için önemli bir müessesedir.
53.Bununla birlikte adil yargılanma hakkının davanın doğrudan tarafı olmayan ferî müdahile asıl tarafa sağlanan tüm imkân ve hakların mutlak ve koşulsuz olarak tanınmasını zorunlu kılacak nitelikte bir güvenceyi bünyesinde barındırdığı söylenemez. Bu bağlamda adil yargılanma hakkının ferî müdahilin yanında davaya katıldığı tarafın iradesiyle uyuşmayan usul işlemlerini yapabilmesini garanti altına almadığı ifade edilmelidir. Dolayısıyla asilin yargılamayı devam ettirmeme yönündeki iradesine rağmen ferî müdahilin davayı sürdürebilmesine imkân tanınması biçiminde adil yargılanma hakkından doğan anayasal bir zorunluluğun bulunmadığı vurgulanmalıdır.
…..
63.Yukarıda ifade edildiği gibi adil yargılanma hakkı müdahilin yanında davaya katıldığı tarafın yargılamayı sürdürmeme yolundaki iradesine rağmen yargılamaya devam edebilmesini güvence altına almamaktadır (bkz. § 53). Dolayısıyla müdahile, asıl tarafın iradesinden bağımsız olarak hükmü temyiz edebilme hakkı tanınması biçiminde bir anayasal zorunluluk bulunmamaktadır. Bu açıdan somut olayda, ilk derece mahkemesinde görülen davanın asıl tarafının (idarenin) aleyhine kurulan hükmü temyiz etmeyerek yargılamaya devam edilmesi yolunda bir iradesinin bulunmadığı gözetildiğinde ferî müdahil olan başvurucunun tek başına yaptığı temyiz isteminin incelenmeksizin reddedilmesinin mahkemeye erişim hakkına ilişkin anayasal güvencelere müdahale teşkil eden bir yönü bulunmamaktadır.” gerekçesine yer verilerek, feri müdahilin yargılama sistemindeki önemine değinilmiş fakat adil yargılanma hakkının, davanın doğrudan tarafı olmayan feri müdahile asıl tarafa sağlanan tüm imkan ve hakların mutlak ve koşulsuz olarak tanınmasını zorunlu kılacak nitelikte olmadığı da vurgulanarak, “feri müdahilin temyiz isteminin incelenmeksizin reddine” dair kararın Anayasa’nın 36. maddesinde hüküm altına alınan adil yargılanma hakkını ihlal etmediği sonucuna varılmıştır.
Dosyanın incelenmesinden; … İdare Mahkemesince verilen … günlü, E:…, K:… sayılı kararına karşı, davacı yanında müdahil Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından tek başına temyiz yoluna başvurulduğu anlaşılmaktadır.
Bu durumda; müdahilin yanında davaya katıldığı tarafın temyiz isteminde bulunmamış olması nedeniyle, müdahil olan idarenin temyiz isteminin incelenmesine hukuken olanak bulunmamaktadır.
KARAR SONUCU :
Açıklanan nedenlerle;
1. DAVACI YANINDA MÜDAHİLİN TEMYİZ İSTEMİNİN İNCELENMEKSİZİN REDDİNE,
2. Temyiz giderlerinin istemde bulunan üzerinde bırakılmasına,
3. Dosyanın Mahkemesine gönderilmesine,
4. 2577 sayılı Kanun’un (Geçici 8. maddesi uyarınca uygulanmasına devam edilen) 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren (15) onbeş gün içinde Danıştayda karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 01/03/2021 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.
(X) KARŞI OY :
Üçüncü kişilerin davaya katılması ve davanın ihbarı hususunda, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 31. maddesinin göndermede bulunduğu, 2577 sayıl Kanunu’nun 31. maddesine, 10/06/1994 günlü, 4001 sayılı Kanun’la “davanın ihbarının re’sen yapılması” hükmünün eklendiği, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda, “müdahil iltihak ettiği tarafla birlikte hareket eder” kuralının yer aldığı, 1086 sayılı Kanun’un 01/10/2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile değiştirildiği, “Fer’î müdahilin durumu” başlıklı 68. maddesinin 1. fıkrasında, “Müdahale talebinin kabulü hâlinde müdahil, davayı ancak bulunduğu noktadan itibaren takip edebilir. Müdahil, yanında katıldığı tarafın yararına olan iddia veya savunma vasıtalarını ileri sürebilir; onun işlem ve açıklamalarına aykırı olmayan her türlü usul işlemlerini yapabilir.” hükmüne yer verildiği anlaşılmaktadır.
Aktarılan düzenlemelerle, davanın ihbarının resen yapılmasının öngörüldüğü ve müdahilin katıldığı tarafla birlikte hareket etme zorunluluğu kaldırılarak, onun işlem ve açıklamalarına aykırı olmayan her türlü usul işlemlerini yapabilir duruma getirildiği görülmektedir.
Müdahaleye ilişkin düzenlemeler incelendiğinde; 1086 sayılı Kanun’da asli müdahale, fer’i müdahale ayrımı olmadığı halde “asli müdahale”nin yargısal içtihatlarla tanımlandığı, nihayet 6100 sayılı Kanun’da bu hususta düzenleme yapıldığı, bir başka anlatımla davaya katılmanın, adli yargıda da, bu yargı düzenine göre oluşturulan yargısal içtihatla gelişen bir müessese olduğu, adli yargı ve idari yargının yargılama usulünün örtüşmediği durumlarda, idari yargının kendine özgü içtihadını geliştirmesi ve idari yargı uygulamasında ihtiyaç duyulan alanın, içtihatla doldurması gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır.
Nitekim; Anayasa Mahkemesi 12/06/2020
günlü, E:2019/115 esas sayılı kararıyla, “Dolayısıyla…. hukuk devleti ve adil yargılanma hakkı ilkeleri gereğince içtihat yoluyla istisnai durumlar öngörülebilmesine engel teşkil etmemektedir. Aksi yönde bir kabulün hukuki güvenlik ilkesinin öz değil sadece şekil itibarıyla korunması anlamına geleceği gibi temel görevi adaleti tesis etmek olan yargı mercilerinin varlık sebebiyle de bağdaşmayacağı açıktır.” gerekçesine yer verilerek, içtihat yolu işaret edilmiştir.
Anayasa Mahkemesinin, davalı idare yanında müdahil olanın, bireysel başvurusunun incelenmesi suretiyle verdiği, 19/07/2018 günlü, B. No: 2015/2909 sayılı kararı ile davanın doğrudan tarafı olmayan ferî müdahile asıl tarafa sağlanan tüm imkan ve hakların mutlak ve koşulsuz olarak tanınmasını zorunlu kılacak nitelikte olmadığı da vurgulanarak, “ferî müdahilin temyiz isteminin incelenmeksizin reddine” dair kararın Anayasa’nın 36. maddesinde hüküm altına alınan adil yargılanma hakkını ihlal etmediği sonucuna varılmış ise de, anılan kararın somut olaya ilişkin olduğu ve kararın içeriğinde;
“Öte yandan somut başvuruda ileri sürülen söz konusu şikâyetle ilgili olarak Anayasa Mahkemesinin yukarıda yer verilen değerlendirmesinin ve bu değerlendirmeden hareketle vardığı sonucun sadece bireysel başvuru yolunun niteliği gereği, ihlal iddialarına konu edilen adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerin kapsam ve içeriğine ilişkin ve bu hususla sınırlı olduğuna dikkat çekmek gerekir. Bir başka ifadeyle somut başvuruda adil yargılanma hakkı güvenceleri ve ilkeleri bağlamında ulaşılan bu sonucun derece mahkemelerinin bir yargılama sürecinde ferî müdahil tarafından hangi usul işlemlerinin hangi koşullarda gerçekleştirilebileceğiyle ilgili hukuk kurallarına ilişkin müdahil lehine olabilecek yorum ve takdir yetkileri üzerinde daraltıcı bir etkisinin bulunmadığı belirtilmelidir.” gerekçesine yer verilerek, mahkemelerin içtihat yolunun yine vurgulandığı görülmektedir.
Somut olay için bağlayıcı olan kararların, benzer davalarda emsal niteliği taşıdığı, her somut olayın kendisine has özellikleri olacağından, bir uyuşmazlık için verilmiş kararın diğerinde uygulanırken, hak kayıplarına neden olunmaması gerektiği ise tartışmasızdır.
Öte yandan; 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 148. maddesinde; “Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.” hükmüne yer verilmiştir.
6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve Yargılama Usuller Hakkında Kanun’un 46. maddesi uyarınca, bireysel başvurunun ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabileceği belirtilmiştir.
Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuru düzenlemesi ile kişilerin temel hak ve hürriyetlerini subjektif olarak incelemekte olup, AİHM tarafından, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolu, “tüketilmesi gerekli bir iç hukuk yolu” olduğu kabul edilmiştir. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru üzerine karar verilmesinden sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurulabilmekte ve burada verilen karar sonucu belirlemektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince “Menemen Minibüsçüler Odası ile Türkiye” kararında; Menemen Minibüsçüler Odasının hakkında tesis edilen idari işlemler konusunda açılan iki farklı davada; ilk davada temyiz aşamasında sınırlı savunma yapabilmesi ve esasa ilişkin görüşlerini dile getirememesi, ikinci davada ise dava dışında kalması ve davalı Valilik tarafından kanun yoluna başvurulmaması nedenleriyle kendisini savunamadığı sonucuna varılarak, başvuranın mahkemeye erişim hakkından yoksun bırakıldığına ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6/1. maddesinin (adil yargılanma hakkı) ihlal edildiğine karar verilmiştir.
Bu durumda, davanın konusunun, müdahilin sahip olduğu, hak ya da şey olduğu hallerde, müdahilin tek başına kanun yollarına başvurabileceğinin kabulü gerekir.
Olayda, davacı şirket adına Tarım ve Orman Bakanlığınca 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 17. Maddesi gereğince 49 yıllığına intifa hakkı tesis edildiği, ancak intifa hakkına konu alanın kumsal alanı da kapsaması nedeniyle kıyı kesiminin özel mülkiyete konu olamaması nedeniyle intifa hakkı kapsamı dışına çıkarıldığı, anılan Kanun’un 2/B maddesi ile orman dışına çıkarılan alanlardan ecrimisil alınmaması gerektiği belirterek, tek başına temyiz yoluna başvurulduğu görülmektedir.
Uyuşmazlığa, müdahil yönünden bakıldığında; müdahil Bakanlıkça intifa hakkı tesis edilen yer nedeniyle davacının ödeyeceği ile ecrimisil tutarını, müdahil Bakanlıktan isteyeceği, bu nedenle verilen kararın doğrudan müdahili Bakanlığı ilgilendirdiği, iptal kararının kesinleşmesi ve bu kararın gereğinin yerine getirilmesine yönelik olarak tesis edilecek işlemin iptali istemiyle bu sefer davacı sıfatıyla dava açabilir ise de, yargı kararının uygulanmasına ilişkin bu işlemin iptalinin ise pek de olası olmadığı görülmektedir. Betimlenen hukuksal alana sıkışmış olan müdahilin, tek başına kanun yollarına başvurabileceğinin kabul edilmemesi, hukuk güvenliğinin olmadığı sonucunu doğurur. Oysa yargının temel görevi adaleti tesis etmektir.
Bakılmakta olan davada davacı yanında müdahilin tek başına kanun yollarına başvurabileceğinin kabul edilmesi gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle; müdahilin temyiz isteminin incelenmesi gerektiği oyuyla, istemin incelenmeksizin reddi yönündeki Daire kararına katılmıyorum