Danıştay 10. Daire, Esas No: 2019/6895, Karar No: 2021/5894
Danıştay 10. Daire Başkanlığı 2019/6895 E. , 2021/5894 K.
“İçtihat Metni”
T.C.
D A N I Ş T A Y
ONUNCU DAİRE
Esas No : 2019/6895
Karar No : 2021/5894
TEMYİZ EDEN (DAVACILAR) : Kendi adlarına asaleten, çocukları …’ya
velayeten …, …
VEKİLİ : Av. …
KARŞI TARAF (DAVALI) : …Bakanlığı
(Mülga …Kurumu)
VEKİLLERİ : Av. …, Av. …
İSTEMİN_KONUSU : …. İdare Mahkemesinin …tarih ve E:…, K:…sayılı kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
YARGILAMA SÜRECİ :
Dava konusu istem: Davacılar tarafından, …Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesinde 12/09/2010 tarihinde gerçekleştirilen normal doğum sırasında ve sonrasında gecikmeli ve hatalı teşhis ve müdahaleler neticesinde bebek …’nın engelli olarak doğmasında idarenin hizmet kusuru bulunduğundan bahisle oluşan zararlarının karşılanması istemiyle davalı idareye yapılan başvurunun reddine yönelik …tarih ve …sayılı işlemin iptali ile çalışma gücü kaybı ve tedavi, bakım, özel eğitim giderleri karşılığı toplam 8.000,00 TL maddi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle ve 145.000,00 TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istenilmiştir.
İlk Derece Mahkemesi kararının özeti: …. İdare Mahkemesince; dava dosyasındaki bilgi ve belgeler ile bilirkişi raporunun ve …. Sulh Ceza Mahkemesinin …tarih ve E:…, K:…sayılı kararının birlikte değerlendirilmesinden, …’nın % 97 oranında engelli olarak doğmasında davalı idareye atfedilebilecek kusurun olmadığı sonucuna varılarak davacıların tazminat isteminin kabulüne imkan bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
TEMYİZ EDENİN İDDİALARI : Davacılar tarafından, gebelik kontrollerinin doğumun gerçekleştiği hastanede yapıldığı, kontrollerde bebeğin sağlıklı olduğunun söylendiği, ancak doğum sırasında veya sonrasında yapılan müdahalelerde ihmal ve kusurdan kaynaklı olarak bebeğin ağır engelli hale geldiği, bilirkişi raporunun eksik incelemeye dayandığı, gebelik takip dosyası ile NST (non stres test) kayıtlarının temin edilerek incelenmesinin istenilmesine rağmen taleplerinin karşılanmadığı, ceza soruşturma dosyasına sunulan NST kayıtlarının hatalı olduğu ve kendilerine ait olmayan kayıtların dosyada yer aldığı, hastaneye yatış saati ile dosyaya sunulan NST kayıtlarının uyumlu olmadığı, NST kayıtlarının ayrıntılı olarak incelenmesi halinde bu durumun fark edileceği, gerekli incelemeler yapılmadan rapor tanzim edildiği, NST kayıtları istenilerek kayıtlar geldikten sonra Ankara veya İstanbul’da bulunan üniversitelerden heyet oluşturularak, yeniden bilirkişi incelemesi yaptırılması gerektiği, hastanenin kayıtları düzgün tutmamasının da idarenin hizmet kusurunu oluşturduğu, ceza yargılamasında verilen kararın kesinleşmesinin beklenilmesi gerektiği ileri sürülmektedir.
KARŞI_TARAFIN_SAVUNMASI : Davalı idare tarafından, temyiz isteminin reddi ile İdare Mahkemesi kararının onanması gerektiği savunulmaktadır.
DANIŞTAY TETKİK HAKİMİ : …
DÜŞÜNCESİ : Temyiz isteminin kabulü gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Onuncu Dairesince, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’na ekli (I) sayılı cetvelde yer aldığı cihetle 659 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 2/1-ç ve 6/1 maddeleri uyarınca taraf sıfatını haiz bulunduğundan bakılan davada hasım mevkiine alınan Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu’nun, 25/08/2017 tarih ve 30165 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 694 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 203/1-ğ maddesi ile 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’na ekli (I) sayılı cetvelden çıkartılarak anılan Kanun Hükmünde Kararname’nin 184. maddesi ile Kamu Hastaneleri Genel Müdürlüğü adıyla Sağlık Bakanlığı’nın hizmet birimi olarak teşkilatlandırıldığı anlaşıldığından, dosya Sağlık Bakanlığı husumetiyle ele alınıp, Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlenerek, dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
İNCELEME VE GEREKÇE :
MADDİ OLAY :
Dava dosyasının incelenmesinden;
1- Davacılardan 1985 doğumlu …’nın gebelik takibinin Mersin Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesinde yapıldığı, söz konusu takiplerin sırasıyla 05/01/2010 tarihinde Dr. ……(5 hafta 5 gün), 13/01/2010 tarihinde Dr. …(6 hafta 6 gün), 22/02/2010 tarihinde Dr. …(12 hafta 5 gün), 02/04/2010 tarihinde Dr. …(18 hafta), 20/07/2010 tarihinde Dr. …(33 hafta 6 gün), 17/08/2010 tarihinde Dr. ……(37 hafta 6 gün), 31/08/2010 tarihinde Dr. …(39 hafta 5 gün), 11/09/2010 tarihinde Dr. …(41 hafta 1 gün) tarafından yapıldığı,
2- 11/09/2013 tarihinde doğum sancılarının başlaması üzerine anılan Hastaneye başvurulduğu, gerekli muayene ve tetkikler sonucunda miadında sancılı gebelik tanısıyla yatışının yapıldığı, muayenesinde 2 cm açıklık, cüzi %40 silinme ve baş geliş bulguları doğumun latent fazı tanısı ile izlem kararı alındığı, gebeye 12/09/2010 saat 09.40’ta 3 cm açıklık, %40 silinme verilerine istinaden ilerlemeyen doğumun hızlandırılması için suni sancı verilmeye başlandığı, saat 12.00’de doğum odasına alındığı, saat 13.15’te tam açıklık olunca doğum masasına alındığı, ıkınamaması üzerine kristaller manevrasının (gebenin karnına rahmin üzerinden aşağıya doğru bası uygulanması) denendiği, saat 13.45’te çekilen NST’de (bebeğin kalp atışlarının takip edildiği Non Stres Test tetkiki) fetal kalp atımında bradikardi (bebeğin kalp atımında yavaşlama) olunca vakum ile doğum yönteminin denendiği, saat 14.25’te 2970 gr. ağırlığında kız çocuğunun dünyaya geldiği, bebeğin boynunda bir kez kordon dolanması olduğunun doğum notuna yazıldığı,
3- Doğum sonrasında solunum sıkıntısı ile taburcu olan bebeğin 12/09/2010 tarihinde, Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma ve Uygulama Hastanesine sevk edildiği, trakeostomi ve gastrostomi ameliyatı yapılan bebeğin yoğun bakım ünitesinde tedavisine devam edildiği,
4- Dosyada yer alan 21/03/2016 tarihli bilirkişi raporunda, bebeğin 07/03/2016 tarihinde yapılan muayenesi sonrasında, “serebral palsi” ve “epilepsi” tanısı konulduğu, buna bağlı olarak vücut fonksiyon kaybının %100 ve ağır engelli olduğu yönünde görüş bildirildiği,
5- Davacılar tarafından, dava konusu olay nedeniyle uğranılan maddi ve manevi zararın tazmini istemiyle davalı idareye yapılan başvuru neticesinde uzlaşma teklifinin reddedilmesine ilişkin yazının 31/05/2013 tarihinde tebliği üzerine 18/06/2013 tarihinde bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmıştır.
Mahkemece olayda idarenin hizmet kusuru bulunup bulunmadığının tespiti amacıyla bilirkişiliğine başvurulan Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesinin Adli Tıp Anabilim Dalı, Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı, Çocuk Nörolojisi Bilim Dalında görevli üç öğretim görevlisi tarafından düzenlenen raporda; …’nın gebeliği sırasında beş farklı doktor tarafından muayene edildiği, muayeneleri sırasında bebekte bir anomali saptanmadığı, normal gebelik süresi içerisinde indüksiyon ile sancıların ve normal doğumun başladığı, doğum aşamasında ıkınmanın yeterli olmaması ve çocuğun bradikardiye girmesi nedeni ile vakum ile doğumun tamamlanmış olduğu, doğumdan sonra yenidoğan yoğun bakıma verildiği, bu nedenle yapılan işlemlerin tıbbi standartlara uygun olduğu, yapılan tıbbi işlemlerde bir hata olmadığı, çocuğa doğum sonrası serebral palsi tanısı konulduğu, bu durumun bebeğin doğum kanalında uzun süre kalması sırasında gelişen hipoksiye bağlı olduğunun düşünüldüğü, bunun bazı doğumlarda olabildiği, bu esnada yapılması gereken işlemin çocuğun hipoksiden kurtarılması için vakum ile doğumu tamamlamak olduğu, hekimin yapması gereken tıbbi girişimde bulunduğu, bu nedenle hekime atfedilecek bir kusur olmadığı, serebral palsi hastalığının doğum öncesi yapılan tahlillerle ve inceleme yöntemleri ile saptanmasının tıbben mümkün olmadığı, çocuğun 07/03/2016 tarihinde yapılan muayenesinde, etrafla ilgisiz olduğu, nöbetler geçirdiği, ilaç tedavisi aldığı, nonparalitik strabismus olduğu, mikrosefalik, kas tonusunun arttığı, DTR’ler canlı olduğu, bilateral klonus bulunduğu, ışık takibi olmadığı, hastanın başını dik tutamadığı, oturamadığı, yürüyemediği, konuşamadığı, trakeostomi ve gastrostomisi olduğu, görünümü ile çok ağır MMR durumunda olduğu, serebral palsi ve epilepsi tanısı aldığı, buna bağlı olarak vücut fonksiyon kaybının %100 olduğu ve yaşam boyu bir başkasının bakımına muhtaç olduğu yönünde görüş verilmiştir.
Mahkeme tarafından, alınan rapor doğrultusunda idarenin hizmet kusuru bulunmadığından davacıların maddi ve manevi tazminat istemlerinin reddi gerektiği sonucuna varılarak davanın reddine karar verilmiştir.
İLGİLİ MEVZUAT:
Anayasanın 125. maddesinde, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu belirtildikten sonra, son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmış; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-b maddesinde ise, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava türleri arasında sayılmıştır.
Genel anlamı ile tam yargı davaları, idarenin faaliyetlerinden ötürü, hakları zarara uğrayanlar tarafından idare aleyhine açılan tazminat davalarıdır. Bu tür davalarda mahkeme, hem olayın maddi yönünü, başka bir ifadeyle zararı doğuran işlem veya eylemleri, hem de bundan çıkabilecek hukuki sonuçları tespit edecektir.
İdare kural olarak, yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar, idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir.
Tam yargı davalarında, öncelikle zarara yol açtığı öne sürülen idari işlem veya eylemin hukuka uygunluğunun denetlenmesi esas alındığından, olayın oluşumu ve zararın niteliği irdelenip, idarenin hizmet kusuru olup olmadığının araştırılması, hizmet kusuru yoksa kusursuz sorumluluk ilkelerinin uygulanıp uygulanmayacağının incelenmesi, tazminata hükmedilirken de her halde sorumluluk sebebinin açıkça belirtilmesi gerekmektedir.
İdarenin yürütmekle görevli olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır. Hizmet kusurundan dolayı sorumluluk, idarenin sorumluluğunun doğrudan ve asli nedenini oluşturmaktadır.
İdarelerin kamu hizmetlerinin gereği gibi işlemesini sağlayacak organizasyonları yaparak yeterli araç ve gereçle donatılmış bina, tesis ve araçlarda hizmetin özelliğine uygun olarak seçilen ve yetişmiş personelle hizmeti yürütmek yükümlülüğünün bulunduğu da tartışmasızdır.
Zarar gören kişinin hizmetten yararlanan durumunda olduğu ve hizmetin riskli bir nitelik taşıdığı sağlık hizmetinde, idarenin tazmin yükümlülüğünün doğması için; zararın, idarenin hizmet kusuru sonucu meydana gelmiş olması gerekmektedir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 31. maddesiyle “bilirkişi” konusunda atıfta bulunulan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 450. maddesi ile yürürlükten kaldırılmış ve aynı Kanun’un 447. maddesinin 2. fıkrası ile mevzuatta 1086 sayılı Kanun’a yapılan atıfların, 6100 sayılı Kanun’un bu hükümlerin karşılığını oluşturan maddelerine yapılmış sayılacağı hüküm altına alınmıştır.
6100 sayılı Kanun’un “Bilirkişi raporunun verilmesi” başlıklı 280. maddesinde; bilirkişinin, raporunu, varsa kendisine incelenmek üzere teslim edilen şeylerle birlikte bir dizi pusulasına bağlı olarak mahkemeye vereceği; raporun verildiği tarihin rapora yazılacağı ve duruşma gününden önce birer örneğinin taraflara tebliğ edileceği; “Bilirkişi raporuna itiraz” başlıklı 281. maddesinin 1. fıkrasında ise; tarafların, bilirkişi raporunun, kendilerine tebliği tarihinden itibaren iki hafta içinde, raporda eksik gördükleri hususların, bilirkişiye tamamlattırılmasını; belirsizlik gösteren hususlar hakkında ise bilirkişinin açıklama yapmasının sağlanmasını veya yeni bilirkişi atanmasını mahkemeden talep edebilecekleri düzenlenmiştir.
15/07/2018 tarih ve 30479 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 4 no.lu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile yapılan değişiklik neticesinde yeniden düzenlenen Adli Tıp Kurumuna ilişkin olarak Kararnamenin 2. maddesinde, adalet işlerinde bilirkişilik görevi yapmak üzere Adalet Bakanlığına bağlı Adli Tıp Kurumu kurulduğu; 3. maddesinde, Adli Tıp Kurumunun, mahkemeler ile hakimlikler ve savcılıklar tarafından gönderilen adli tıp ile ilgili konularda bilimsel ve teknik görüşlerini bildirmekle yükümlü olduğu; 16. maddesinde, Adli Tıp Üst Kurullarının, adli tıp ihtisas kurulları ve ihtisas daireleri tarafından verilip de mahkemeler, hâkimlikler ve savcılıklarca kapsamı itibarıyla yeterince kanaat verici nitelikte bulunmadığı, sebebi de belirtilmek suretiyle bildirilen işleri, adli tıp ihtisas kurullarınca oybirliğiyle karara bağlanamamış olan işleri, adli tıp ihtisas kurullarının verdiği rapor ve görüşleri arasında ortaya çıkan çelişkileri, adli tıp ihtisas kurulları ile ihtisas dairelerinin rapor ve görüşleri arasında ortaya çıkan çelişkileri, adli tıp ihtisas kurulları ile Adli Tıp Kurumu dışındaki sağlık kuruluşlarının heyet hâlinde verdikleri rapor ve görüşler arasında ortaya çıkan çelişkileri konu ile ilgili uzman üyelerin katılımıyla inceleyeceği ve kesin karara bağlayacağı; “İhtisas Dairelerinin Görevleri” başlıklı 17. maddesinin (f) bendinde, Yedinci İhtisas Kurulu’nun görevi, ölümle sonuçlanmayan tıbbî uygulama hatalarına ilişkin işler hakkında bilimsel ve teknik görüşlerini bildirmek olarak düzenlenmiştir.
HUKUKİ DEĞERLENDİRME:
Davacılar tarafından, gebenin 11/09/2010 tarihinde 41 hafta 2 günlük hamile iken Mersin Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Acil Servisine, hasta hizmet sorgu belgesine göre saat 14.53’te başvurduğu, saat 15.37’de kadın doğum kliniğine yatışının yapıldığı, açıklığın 2 cm olması nedeniyle yeterli açıklığın sağlanmasının beklendiği, aynı gün saat 16.00’da suyunun ciddi anlamda gelmesine rağmen sancı ve rahim açıklığı olmaması nedeniyle serviste uzun süre gözetimde tutulduğu, USG (ultrasonografi), NST (non stres test), ÇKS (çocuk kalp sesi) ile düzenli olarak anne karnındaki bebeğin kontrolünün yapılmadığı iddiasının ileri sürüldüğü görülmektedir.
Dosyada …Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. …tarafından 20/03/2012 tarihinde düzenlenen raporda, 17/08/2010 ve 31/08/2010 tarihli muayenelerde amniyon sıvısı indeksi ve NST takibinin yapıldığı ve normal olduğu bilgisinin muayene formlarında yer aldığı belirtilmiş olup; hasta hizmet sorgulamada söz konusu tarihlerde gebenin başvurusunun olduğu, NST ve fetal biyometri ve biyofizik skorlama tetkiklerinin istendiği bilgisinin yer aldığı, fakat dosyadaki belgeler içerisinde söz konusu tarihlere ilişkin olarak amniyon sıvısı takibini sağlayan fetal biyometri ve biyofizik skorlama sonucu, USG sonucu ve NST takibi belgesinin yer almadığı görülmektedir. Öte yandan, gebenin doğum için başvurduğu 11/09/2010 tarihinden doğumun gerçekleştiği 12/09/2010 tarihi saat 14.25’e kadar USG kontrolü ile amniyon sıvısı seviyesinin, gebelik haftası ile uyumlu ve yeterli olup olmadığına dair bir belge de dosyada yer almamaktadır. Hastanenin gebelik gözlem formunda 11/09/2010 tarihinde saat 15.20’de yatış yapıldığı ve NST’ye bağlandığı bilgisine yer verildikten sonra ertesi gün suni sancının verildiği saat 09.40’ta NST’nin tekrarlandığının yazıldığı, bu saatler arasındaki NST ölçümlerinin evraka yazılmadığı, dosyada ise tarih ve saat bilgisi okunaklı olmayan NST belgelerinin yer aldığı görülmektedir. Doğum gerçekleşene kadar yapılmış bir USG tetkiki ve ÇKS takibi bilgisi de dosyada yer almamaktadır.
Bu durumda, uyuşmazlığın çözümü için, davacılar tarafından, amniyon sıvısı boşalmaya devam etmesine rağmen bebeğin suyunun yeterliliğinin kontrolünün yapılmadığı, suyu gelen gebenin acil sezaryene alınmayarak normal doğum için bekletildiği iddiasına yönelik olarak, doğum için geçen sürenin yaklaşık 22 saat olduğu, bu durumun uzamış doğum eylemi olup olmadığı, gebenin ilk başvurusunda suyunun geldiği bilindiğinden doğumun yapıldığı tarihe kadar geçen zaman diliminde ne kadar suyunun geldiği, suyu gelen gebenin normal doğuma yönelik olarak açıklık sağlanması için bekletilmesinin doğru bir yaklaşım olup olmadığı, tam açıklık sağlanması ile doğum için geçen sürenin yerinde olup olmadığı, suyu gelen bir hastanın hemen sezaryene alınması gerekip gerekmediği, normal doğum için bekletilecekse amniyon sıvısı seviyesinin kontrolünün sağlanmasının gerekip gerekmediği, bunun yapılmamasının eksik bir yaklaşım olup olmadığı, normal doğum için gebeye suni sancı verilmesinden itibaren, bebeğin anne karnındaki sağlık durumunun takibi amacıyla ÇKS, NST, Partograf (doğum eyleminin ilerleyişini ve anne ile bebeğin durumunu gösteren kayıt) ve/veya sıvısı gelen gebenin amniyon sıvısı takibine yönelik USG olmak üzere dört ayrı kaydın birlikte tutulması gerekip gerekmediği, olayda NST, ÇKS, Partograf ve USG ya da başkaca bir kaydın bulunup bulunmadığı, bu kayıtların ne kadarlık sürelerle (hangi sıklıkla) tekrarlanması gerektiği, bu kayıtlar varsa doğum için yatıştan doğumun yapıldığı tarihe kadar uygun sürelerde düzenli tutulup tutulmadığı, kayıtlar yönünden eksiklik varsa bunun bebekteki duruma etkisi, doğduğunda ağlaması olmayan çocuğa yönelik çocuk hastalıkları uzmanının uygulamalarının yerinde olup olmadığı hususlarının açıklığa kavuşturulması gerektiği, dava konusu uyuşmazlığın çözümünde hükme esas alınan raporun ise söz konusu hususları karşılamadığı açık olup, konu ile ilgili uzman akademisyenlerden oluşacak Adli Tıp Kurulundan (olayda ilgisi bulunduğundan kadın hastalıkları ve doğum uzmanı, çocuk hastalıkları uzmanı, çocuk nörolojisi, çocuk cerrahisi uzmanının da bulunduğu) tarafların tüm iddia ve itirazlarını karşılayacak yeni bir rapor istenerek uyuşmazlığın çözülmesi gerekmektedir.
Öte yandan, dosya Adli Tıp Kurumuna gönderilirken dosyada yer alan NST tetkiklerinin bazılarının üzerindeki saat bilgisinin davacının hastaneye yatışı ve doğum yaptığı saatler dışında olduğu, bazısının tarih ve saat bilgisinin okunaklı olmadığı görüldüğünden, hastaneden çocuğun NST, ÇKS, USG ve başkaca tetkiklerinin de okunaklı nüshalarının temin edilerek Adli Tıp Kurumuna gönderilmesi gerekmektedir.
Davacıların, zararlarının tazmini istemiyle idareye yaptıkları başvurunun reddine yönelik 06/05/2013 tarih ve 15775 sayılı işlemin iptali istemine gelince, idari eylemlerden doğan tam yargı davalarında, idareye başvurarak ön karar alınması zorunlu olduğundan, başka bir ifadeyle dava ön şartı niteliğinde bulunduğundan, 2577 sayılı Kanunun 13. maddesi kapsamında yapılan başvurunun reddine ilişkin işlemin, idari davaya konu olabilecek nitelikte bir işlem olmadığı açıktır. Bu itibarla Mahkemece, ön kararın iptali istemi yönünden davanın incelenmeksizin reddine karar verilmesi gerektiğinde duraksama bulunmamaktadır.
Ayrıca, işbu davanın ihbarı için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 31. maddesi ile anılan maddenin atıfta bulunduğu 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 61. ve devamı maddeleri hükümleri uyarınca gerekli koşulların oluştuğu anlaşılmakta olup; Mahkemece, bozma üzerine yeniden yapılacak yargılamada dava konusu olayda idare ile arasında rücu ilişkisi doğabilecek kişi veya kişilerin tespit edilerek davaya müdahil olabilme haklarını kullanabilmelerini teminen davanın ilgililere re’sen ihbarı gerektiği açıktır.
KARAR SONUCU :
Açıklanan nedenlerle;
1. Davacıların temyiz istemlerinin KABULÜNE,
2. Davanın reddine ilişkin temyize konu …. İdare Mahkemesinin …tarih ve E:…, K:…sayılı kararının BOZULMASINA,
3. Yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkemeye gönderilmesine,
4. 2577 sayılı Kanun’un (Geçici 8. maddesi uyarınca uygulanmasına devam edilen) 54. maddesinin birinci fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren 15 (on beş) gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 29/11/2021 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.